Miraç Gecesi ve Kandili

by OkuFLIX

Miraç Gecesi ve Kandili

Miraç, Hüzün Anahtarı ve Mübarek Gecede Dua

Kalbin Miracı

Efendimiz’in Sema’ya Çıkarılışı

Miraç, “yükseğe çıkmak” demektir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Miraç’tan döndükten sonra insanlara bu olayı anlatırken, “Göğe çıkarıldım.” ifadesini kullandığı için, bu olaya “Nebînin göğe çıkarılması mânâsında “Miraç-ı Nebî” denilmiştir.

Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) mazhar olduğu İsrâ ve Miraç, hicretten bir buçuk yıl kadar önce meydana gelmiştir. Hüzün ve sıkıntıların yaşandığı bir dönemde Cenâb-ı Hakk, Peygamber’ini (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna almak ve başbaşa görüşmekle onu şereflerin en yükseğiyle payelendiriyordu. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati ifade için “Miraç’ın Sahibi (sallallahu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet olduğu gibi, O’nun Miraç gecesi de bir rahmete vesiledir. Hem ehl-i imanın imanlarını kuvvetlendirdiği gibi, üzüntülerini de bir derece giderdi.” buyurarak Mi’raç’ın müminlerin mânevî duygularını güçlendirdiğini belirtiyor. Öyle ki, Allah Resûlü, Miraç’tan bahsederken, “Ben Miraç’tan daha güzel bir şey görmüş değilim.” buyurmuştur.

Miraç, hüzün senesi olarak isimlendirilen, dönemde en büyük koruyucusu, destekçisi olan amcasi Ebû Talip ile fedakâr hayat arkadaşı Hz. Hatice (radıyallahu anhâ) validemizin vefatıyla sıkılan, âdeta daralan Allah Rasûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın huzuruna alınarak moral depolaması; tabiri caizse metafizik gerilime geçirilmesidir. Aynı zamanda bu büyük olay, on yıldır devam eden tebliğdeki sıkıntının; ayrıca üç yıl süren müşriklerin ablukasının ve bir de Taifliler’in insafsızca taarruz ve taşlamalarının neticesinde Allah Rasûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) mükâfatlandırılmasıdır. “Allah, ubudiyetiyle mahiyetini inkişaf ettiren ve mübarek ruhu gibi cismi de letâfet (güzellik) ve ulviyet kesbeden (kazanan) Resûlünü (sallallahu aleyhi ve sellem) lütfuyla huzuruna almış ve görüşmesiyle nimetlendirmiştir. Kulluğunun bir neticesi olan Miraç yolculuğunda Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisini çepeçevre saran kanun ve sebepleri aşarak, beşeriyete ait perdeleri geçip, uzun mesafeleri bir hamlede katetmiştir. Yıldızları, sistemleri birer merdiven ve basamak gibi kullanıp, Rabbini görmeye mânî buudları geride bırakmış; cismen ve rûhen vardığı makamda Cenâb-ı Hakk’ı müşahede etmiştir. Peygamberlerle selamlaşmış; melekleri görmüş; cenneti ve güzelliklerini, cehennemi ve azametini temaşa etmiştir.”

Kur’ân-ı Kerim’de bu olay, İsrâ Sûresi’nin birinci âyetinde meâlen şöyle anlatılıyor: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O gerçekten işitendir, görendir.” (İsra, 17/1)

Söz konusu âyette “İsrâ” kelimesi kullanılmıştır ki, bu da “geceleyin yürüme” mânâsına gelmektedir. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bu gece Cenâb-ı Hakk’ın emriyle Kâbe’nin yanındaki Hatim’de iken, başka bir rivayetle Ebû Talib’in kızı Ümmihâni’nin evinde iken “Burak” adı verilen bir binekle Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya getirilmiş; orada bütün peygamberlere kıldırdığı iki rek’at namazdan sonra Cebrail (aleyhisselâm) ile beraber Sidretü’l Münteha’ya kadar devam edecek yolculuğuna başlamıştır.

Bu önemli olay bizzat Allah Resûlü tarafından şöyle anlatılmaktadır: “Bana Burak’ı getirdiler. (Burak, merkepten büyük, attan küçük semâvî bir binektir ki beyaz renklidir ve cennetten getirilmiştir.) Ben buna binerek Beyt-i Makdis’e geldim ve Burak’ı benden önceki peygamberlerin bağladıkları halkaya bağladım. Sonra mescide girerek iki rekat namaz kıldım. Sonra çıktım; derken Cibril (aleyhisselâm) bir kap dolusu şarap, bir kap dolusu da süt getirdi. Ben sütü seçtim. Bunun üzerine Cibril (aleyhisselâm) (bana) fıtratı seçtin, dedi. Sonra beni semâya çıkardı. Cibril (aleyhisselâm) gök kapısını çaldı.

– Sen kimsin, dediler.

– Cibril’im, cevabını verdi.

– Yanında kim var?

– Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem).

– O gönderildi mi?

– Evet, gönderildi.

Bunun üzerine bize kapıyı açtılar. Bir de ne göreyim? Hz. Adem (aleyhisselâm) ile karşı karşıyayım. Bana hayır duada bulundu.”

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Cibrille katları çıkmaya devam eder. Sırasıyla Meryem oğlu İsa (aleyhisselâm) ve Zekeriyya oğlu Yahya (aleyhisselâm), Yusuf (aleyhisselâm), İdris (aleyhisselâm), Harun (aleyhisselâm), Musa (aleyhisselâm) ve Hz. İbrahim’in (aleyhisselâm) yanlarına uğrar, aynı konuşmalar devam eder ve hepsinin de hayır dualarını alır. Öyle bir kata gelirler ki oradan ileriye ancak Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) gidebilir. Artık Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem), yüce Allah’ın huzurundadır. Elli vakit namazla emrolunur. Hz. Musa’nın (aleyhisselâm) uyarısıyla döner, bu gidiş gelişler birkaç kere tekrarlanır. En sonunda Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Artık ben gitmekten haya ederim.” der ve gitmez. Bunun üzerine elli vaktin yerine geçecek olan beş vakit namaz hediyesiyle ümmetine geri döner.

 Miraç’ın Hediyeleri

Herhangi bir seyahatten dönen kimse, ailesi ve yakınlarına nasıl hediyeler getiriyorsa, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu muazzam yolculuğundan sonra büyük bir vefâ duygusuyla geri döndüğü ümmetine çeşitli hediyelerle gelmiştir.

Miraç’ta ümmet için üç adet de armağandan söz edilir:

1. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti içinde Allah’a ortak koşmayanların, günahlarını ödedikten sonra er geç cennete gireceği vaat olundu.

2. Beş vakit namaz farz kılındı. Hz. Peygamber’de (sallallahu aleyhi ve sellem) bunun, ümmeti için Miraç olduğunu belirtti.

3. Rivayete göre, Bakara Sûresi’nin son iki âyeti (Âmene’r-Resûlü) bu gece müjdeler yüklü olarak nazil oldu ki, bu iki âyette şunlar anlatılır:

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti. ‘O’nun resullerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz’ dediler ve eklediler: ‘İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sana’dır.’ Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir. Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma. Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize! Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize!” (Bakara, 2/255-256)

Bu Gece Müslümanlar İçin İndirilen Hükümler

İsrâ Sûresi’nin 22-39. ayetlerinde bildirilen on iki önemli husus bu gece bildirilmiştir:

1.  Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.

2.  Ana-babaya iyi davranın.

3. Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını verin.

4. Cimri ve israfçı olmayın.

5. Evlâdınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin.

6. Fuhuş ve zinaya yaklaşmayın.

7. Cana kıymayın.

8. Yetimin malına doğru olmayan bir surette yaklaşmayın.

9. Ahdi yerine getirin (sözünüzde durun).

10. Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat edin.

11. Hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyin ardına düşmeyin.

12. Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümeyin. Büyüklük taslamayın.

Bediüzzaman’in Gözüyle Miraç

Bediüzzaman Hazretleri, Miraç’ı anlatırken der ki: “Evet, Cenâb-ı Hakk, bir kulunu, bir seyahatte huzuruna davet edip bir vazife ile vazifelendirmek için, Mescid-i Haram’dan peygamberlerin toplandıkları yer olan Mescid-i Aksa’ya gönderip, peygamberlerin dinlerinin asıllarının mutlak vârisi olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l Müntehâ’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.” Başka bir yerde de Miraç Gecesi’nin Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) terakki hayatının zirve noktasının ünvanı olduğunu bildirmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri büyük önem verdiği Miraç meselesini ele alırken onun, iman rükünlerinden sonra sıralanan bir netice olduğunu belirtir. Böyle olduğu için de onun, iman esaslarını kabul etmeyen dinsizlere karşı ispat edilmeyeceğini söyler. Bunun sebebini izah ederken de şu ifadeleri kullanır: “Çünkü, Allah’ı bilmeyen, Peygamber’i (sallallahu aleyhi ve sellem) tanımayan ve melekleri kabul etmeyen veya gök ve mânâ âlemlerinin varlığını inkâr eden adamlara Miraç’tan bahsedilmez; öncelikle onlara o iman rükünlerini ispat etmek lâzım geliyor.”

 Miraç’ın Sırrı Nedir ve Neden Miraç’a Gerek Duyulmuştur?

Şu derin ve gizli sırrı iki hikâye ile akla yaklaştırmaya çalışıyoruz:

Birinci hikâye: Bir sultanın iki çeşit sohbeti, görüşmesi vardır;

Birisi, herhangi bir âmi (sıradan bir kişi olan) bir raiyetiyle, küçük ve ehemmiyetsiz bir iş için, özel bir ihtiyaca dair, özel bir telefonla sohbet etmektir.

Diğeri, büyük saltanatı ünvanıyla ve en büyük hilâfeti namıyla ve hâkimiyet-i âmme (genele hükmetmesi) haysiyetiyle ve emirlerini etrafa yaymak maksadıyla, o işlerle ilgili bir elçisiyle veya o emirlerle ilgili büyük bir memuruyla konuşmaktır, sohbet etmektir.

İşte, şu örnek gibi, şu Kâinatın Yaratıcısı’nın ve Mülk ve Melekût Âlemlerinin Sahibi’nin iki tarzda sohbeti vardır: Biri küçük ve özel, diğeri bütün ve genel. İşte Miraç, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) velâyetinin bütün veliliklerin üstünde bir külliyet (genellik), bir yücelik sûretinde ortaya çıkmasıdır ki, bu durum, bütün Kâinatın Rabbi ismiyle, bütün varlığın Yaratıcısı sıfatıyla Cenâb-ı Hakk’ın sohbeti ve münâcâtı ile şereflenmesidir.

 Miraç’ın Hakikati Nedir?

“Miraç, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mertebeleri katederek mânevî âlemde yükselmesini netice verecek yol almasından ibarettir. Yani, Cenâb-ı Hakk, gökyüzünde gösterdiği bütün eserlerini birer birer o özel kuluna göstermekle, o kulunu, hem bütün ilâhî tecellîlere sahip, hem kâinatin bütün tabakalarına bakan ve sorumlu ve Allah’ın Saltanatının Göstericisi ve Kâinatın Sırrının Keşfedicisi yapmak için, Burak’a bindirip, şimşek gibi bütün semâ katlarını seyrettirip, mertebelere kattetirerek, ay gibi menzilden menzile, daireden daireye Rubûbiyet-i İlâhiye’yi seyr ettirip, o dairelerin semâvâtında makamları bulunan ve kardeşleri olan enbiyayı birer birer göstererek, tâ Kab-ı Kavseyn makamına çıkarmış, ehadiyet (Allah’ın her bir eserindeki birlik tecellîsi) ile kelâmına (konuşması) ve ru’yetine (kendisini görmeye) mazhar kılmıştır.”

Birkaç Dakikada Binler Sene Mesafeyi Kat’etmek Nasıl Mümkün Olur?

Yücelik sahibi Allah’ın sanatında, hareketler sonsuz derecede çeşitlidir. Meselâ, sesin hızıyla ışık, elektrik, ruh, hayal hızlarının birbirinden ne kadar farklı olduğu malûmdur. Yıldızların dahi, ilmen hareketleri o kadar değişiktir ki, akıl buna ancak hayret eder. Öyleyse Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) latîf cismi, Miraç olayında hızlı olan ulvî ruhuna tâbi olmuşsa bu yanı O’nun ruh hızındaki hareketi nasıl akla muhâlif görünür?

Hem, insan on dakika yatsa, rüyasında bazen bir senede başına gelebilecek kadar çok hallere mâruz kalabilir. Hatta insan bir dakikada, gördüğü rüyayı, onun içinde işittiği sözleri, söylediği kelimeleri toplasa, uyanıkken bir gün; hatta daha fazla bir zaman gerekir. Demek oluyor ki, bir tek zaman, iki farklı şahsa kıyasla, birisine bir gün, birisine de bir sene hükmüne geçebilir. Netice olarak, birkaç dakikada binler sene mesafeyi katetmek aklen mümkündür.

Aklen Mümkün Olan Her Şey Kabul Edilir mi?

Miraç olayı ile ilgili akla şöyle bir soru gelebilir: Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu kadar hızla gerçekleştirdiği Miraç, aklen mümkün gibi olsa da her mümkün gerçekleşmez ki! Bunun benzeri olaylar var mıdır ki bunu kabul etmek mümkün olsun? Benzeri olmayan bir şeyin, yalnız mümkün olması ile, meydana gelebileceğine nasıl hükmedilebilir?

Bu olayın benzeri o kadar çoktur ki, saymakla bitmez. Meselâ, görüşü iyi olan bir kişi, gözüyle, yerden tâ Neptün gezegenine kadar bir saniyede çıkabilir. Her ilim sahibi de, aklıyla, kozmoğrafya kanunlarına binip, yıldızların tâ arkasına bir dakikada gider. Her iman sahibi de, fikrini namazın fiil ve rükünlerine bindirip, bir çeşit Miraç ile kâinatı arkasına atıp, huzura kadar gider. Kalbî hayatı olan her mümin ve kâmil velî, mânevî bir terbiye yoluna girmekle, Arş’tan ve Allah’ı gösteren isim ve sıfat dairelerinden kırk günde geçebilir. Hem, nuranî varlıklar olan meleklerin arştan ferşe, ferşten arşa kısa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri vardır.

Elbette bu kadar misaller gösteriyorlar ki; Allah’ın bütün velî kullarının sultanı, bütün müminlerin önderi, bütün cennet ehlinin reisi ve bütün melekler tarafından kabul edilmiş olan Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yüce alemlere gitmesine vesile olan bir Miraç’ı bulunması ve onun makamına uygun bir şekilde olması, hem hikmetin gereğidir, hem akla çok uygundur ve şüphesiz gerçekleşmiştir.

 Miraç ile İlgili Birkaç Husus

Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) başka hiçbir peygambere nasip olmayan Miraç olayı, zaman içerisinde çeşitli tartışmalara neden olmuştur. Bu tartışmaların başını ise Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) miracını ruhen mi, bedenen mi yaptığı çekiyor. Bu konuda İslâm âlimleri farklı görüşler ortaya koyarken Fethullah Gülen Hocaefendi’nin olaya bakış açısı şöyledir:

“Her şeyden önce, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’tan döndüğünde yatağının soğumadığını bildiren rivayetler çok mevsuk değillerdir. Bazı rivayetlerde bu haberi veren kişinin Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) validemiz olduğu bildirilmektedir ki, kaynaklarda Miraç hadisesinin, Hicret’ten üç veya beş sene evvel vukû bulduğu rivayet edildiğine göre Âişe (radıyallahu anhâ) validemizin bu teferruatı bizzat bilmesi mümkün değildir. Zira, Hz. Âişe validemiz hicretten bir sene sonra, yani kendi ifadesiyle yedi-sekiz, İmam Şiblî’nin zorlamalı yorumları esas alındığında da, on beş yaşlarında evlenmiştir. Dolayısıyla da o, Miraç-ı Nebevî esnasında babasının evinde; henüz küçük bir çocuktur.

Ne var ki Hz. Âişe validemiz bu hâdiseyi, Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bir başka yaşlı hanımından, meselâ Hz. Hatice (radıyallahu anh) validemizden dinlemiş ve ondan nakletmiş de olabilir. Ancak Miraç hadisesi, Hz. Hatice (radıyallahu anh) ve Ebû Talib’in vefatını müteakip vukû bulduğundan bu yaklaşım da sıhhatli görünmemektedir. Başka bir rivayete göre de Nebîler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem), Hz. Ali’nin ablası Ümmühânî (radıyallahu anh) validemizin evinde iken Miraç’la şereflendirilmiştir. Hz. Ümmühâni (radıyallahu anh), Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) amcasının kızı olması itibarıyla nikah düştüğünden, o günün yüksek terbiye anlayışıyla, Hz. Ümmühâni’nin (radıyallahu anh), Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yatağına elini sürüp sıcaklığını bildirmesini de ben inandırıcı bulamıyorum.

Yukarıdaki yaklaşımların keyfiyeti mahfuz, Miraç’tan döndüğünde Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yatağının soğumamış olduğu haberinin, gerçek kabul edilmesinde de bir beis yoktur. Esasen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), mübarek cismi ile Miraç yapmıştır. Ancak biz, Kur’ân-ı Kerim’in yaptığı gibi sadece meseleye temas edip üzerinde fazla durmadan geçeceğiz.

Kur’ân’ı Kerim, mevzuyla alâkalı şöyle buyurur: ‘Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.’ (İsrâ, 17/1)

Evvela şunu belirtelim ki, Kur’ân-ı Kerim’de geçen her tesbih sözü, esbâp (sebepler) yolu ile şirke girmeye karşı bir tavrın ifadesidir. Burada da sûre, tesbih lâfızlarıyla başlamakta ve ilk planda açık-kapalı şirke karşı bir tavır belirlenerek sebeplerin birer perde olduğu vurgulanmaktadır. Evet, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’ı, hatta Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya seyahati (İsrâ) dahî tamamen sebepler üstüdür. Dolayısıyla onun hızı, hayalin, ışığın ve ruhun süratiyle kıyas edilmeyecek ölçüdedir… Evet o hızın keyfiyeti, ancak Allah’ın bilebileceği bir husustur. Dolayısıyla o gece Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Sebepleri esvâb (giyecekler) gibi sırtından attı; Müsebbibü’l-esbâb’la (sebeplere sebep olan Allah) Miraç yaptı.” mısralarıyla ifade edildiği gibi tamamen sebepler üstü bir yolculuk yapmıştır. Ayrıca Cenâb-ı Hakk, İsrâ sûresine “Sübhânellezî” beyanıyla başlamak suretiyle kullarına bir tembihte de bulunmakta ve âdeta, “Her şeyden önce şirki kafanızdan atın ve iyi bilin ki, bunu şu âlemlerin nizam ve intizamını her an elinde tutan Allah (celle celâluhû), sebepleri, tabiatı ve eşyayı aşan bir güçle gerçekleştirmiştir.” demektedir.

İkinci husus, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), böylesine gökler ötesi, aşkın bir yolculuğa çıktığında, O’nun bütün iç buud ve derinlikleri harekete geçirilmiş ve O’na zaman ve mekân üstü bir yolculuk yaptırılmıştır. Kâdı Iyaz, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mekânsızlıkla alâkalı hayretlerinden bir tanesini ifade ederken, O’nun “Ayağımı nereye koyayım?” sorusuna, “Bir ayağını diğer ayağının üzerine koy.” denildiğini nakleder ki, bu da Kur’ân-ı Kerim’deki “Kâbe kavseyni ev ednâ” [(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.] (Necm, 53/9) hakikatiyle alâkalı tevcihlerden biri sayılan imkânla vücup arası mertebe demektir. Bunun mânâsı şudur: Hz. Muhammed Mustafa’nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ilâh olması mümkün değildir. Zira O (sallallahu aleyhi ve sellem), Allah’ın yüce bir kulu ve şerefli bir peygamberi olmakla beraber; netice itibarıyla yiyen, içen, uyuyan, yürüyen bir insandır. Ne var ki bu Ufuk Insan, Bûsayrî’nin de ifadeleriyle “Bir beşerdir, ama herhangi bir beşer gibi değildir; O, taşlar arasında tıpkı yakut gibidir.”

Evet, sıradan bir insan olmayıp, insanlık değerlerini aşan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), şayet yüz binlerce buudu ile açılmışsa, yani beyninin bütün fakülteleri ile her yere ulaşıp her konuşmayı bir anda dinleyebilecek bir mertebeye ulaşmış ya da nûrâniyetiyle bin makamda birden bulunmuşsa, O’nun Miraç’a çıkıp geriye dönmesi için bir lâhza bile yetecektir. İşte bu açıdan bakıldığında O’nun Miraç’tan dönüp yatağını sıcak bulması da gayet normaldir.

Miraç, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek cismaniyeti ile yaptığı ve netice itibarıyla mûcize olan kutlu bir seyahattır. Bu kutlu seyahat, O’nun için de bizim için de her zaman bir iftihar vesilesidir.

Daha önce, Rahmet Peygamberi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) yolculuğu ölçüsünde ve seviyesinde, hiç kimseye böyle bir yolculuk müyesser olmamıştır. Evrensel bir nübüvvetle gönderilen Nebîler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem), bütün enbiyâ-i izâmın cihetü’l-vahdetini câmi olması itibarıyla bu kutlu seyahatinde farklı farklı semâ tabakalarında bulunan enbiyanın hemen hepsinin bulunduğu makamdan geçerek onlarla görüşmesi vb. gibi karakteristik bir çizgi takip etmesi yönüyle, böyle bir seyahat, hem ilktir hem de son. Böyle olduğu içindir ki Hz. Cebrail (aleyhisselâm), ayrı ayrı her semâ kapısını çaldığında vazifeli melek, O’ndan evvel kimseye açmamakla emrolunduğunu söylemiş ve “Bu kapılar şimdiye kadar hiç kimseye açılmadı.” demiştir.

Burada bahis mevzuu edilen “gök kapısı”, “açılma” ve “yol verme” gibi ifadeler, elbette ki bizim anladığımızdan farklı şeylerdir. Dolayısıyla Cebrail’in (aleyhisselâm) gök kapılarını Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) açmasını yukarıya doğru yükselirken karşılarına çıkan bazı kapıların açılması şeklinde anlamak avamca bir yaklaşımdır.

Evet, Hâtemu’l-Enbiyâ olan Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) önce, hiç kimseye açılmayan kapılar, ilk defa O’na açılmıştır. Buradan hareketle, o kapıların Nebîler Serveri’nden (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra da bazılarına açılabileceği söylenilebilir. Ne var ki burada akla, “Acaba ümmeti Muhammed diğer peygamberlerden daha mı faziletli ki, kapılar kimseye açılmadığı hâlde onlara açılıyor?” şeklinde bir soru gelebilir. Hemen şunu belirtmeliyim ki, peygamberin fazilet, üstünlük ve husûsiyeti onun peygamberliğine mahsustur ve herkes kendi Miraç’ı ile diğerlerinden farklıdır; yani her peygamber; hissi, duyuşu, anlayışı ve şuuru ile mazhar olduğu mertebenin eridir. Onun arkasındakiler ise, bu yolculuğu velâyet kanatları ile gerçekleştirirler. Önemli olan, bu kutlu seyahati Hakk’la münasebet içinde ve halkla beraber bulunma espirisi içinde gerçekleştirmektir. İşte bu yönüyle, zâtında diğer insanlar enbiyâ-ı izâma müsavi olmadıkları gibi onların yolculukları da peygamberlerin yolculuklarına müsavi olamaz. Ne var ki İmam-ı Gazâlî, Muhyiddin b. Arabî, İmam-ı Rabbânî ve Üstad Bediüzzaman gibi bazı yüce ruh ve selim fıtratların, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) açtığı kapıdan, O’nun arkasında yürüyerek Hakikat-ı Ahmediye’nin zılline (gölgesine) ve cüz’iyetine ulaşmaları mümkün olur.”

 Namaz-Miraç İlişkisi

Namaz, insanı ruhî yolculuğa çıkaran bir ibadettir. Ruha büyük bir huzur ve saadet kazandıran namaz bu yönüyle Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’a çıkışına işaret eder. Zaten Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’tan dö- nerken en büyük hediye olarak namazı getirmesi de namazı, müminin Miraç’ı yapmıştır. Bu şuurla namaz kılan mümin, günde beş defa, ya da kıldığı her namaz sayısınca Rabbiyle yüzyüze geliyor, demektir. Bu hakikate işaret eden ve namaz-Miraç ilişkisine dikkat çeken Fethullah Gülen Hocaefendi namazdan, “İnsanı, arşiyeler gibi döndüre döndüre sonsuzluğun semâlarında dolaştıran ve götürüp tâ melekler âlemine ulaştıran Miraç enginlikli mübarek ibadet” diye bahseder Ardından yine namazı günde beş defa kendimizi içine salıp yıkanacağımız bir nehire benzeten Hocaefendi, “Namaz her dalışımızda bizi hatalarımızdan bir kere daha arındırır; alır ummâna taşır ve sürekli başlangıçla son arasında dolaştırır ki, bu da buutlarımız dışında bir uhrevîleşme ve ebedîleşme teminatı demektir.” diyerek şöyle devam eder: “… Namazda Miraç vardır. Ama herkes bunu namazda kendine göre hisseder ve kabiliyeti nisbetinde yükseldiğini duyar. Herkesin hissettiği kendi Miraç’ıdır ve bu Miraç bazılarının ayağından geçer, bazılarının da başından. En mükemmel Miraç, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’ıdır.”

Şu ifadeler de Hocaefendiye ait: “… Namazı tıpkı bir Miraç veya Miraç’ın gölgesi gibi bilmeli. Zira o, sadece yatıp kalkmaktan ibaret bir hareketler mecmuası değildir. Mümin için, her namaz bir Miraç vesilesidir. Mümine düşen de her namazda farklı farklı buudlarda bile olsa Miraçını tamamlamaktır.”

“… Miraç’a yürümek için âdeta bir rampaya yürüyüp kendinden geçmek ve fenâfillaha, bekâbillaha ulaşıp, kendini düşünemeyecek kadar maiyet atmosferini duyarak namaz kılmak…”

“Nebîler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) Miraç’a “Kab-ı Kav- seyn” ruhuyla yönelmişti. O, sebepler üstü yaşadığı o noktada, namazla müşerref oldu ve onu hayatı boyunca da en kâmil mânâda edâ etti. O noktada başka bir şey değil de beş vakit namazın hediye olarak verilmesi dikkate şâyandır… Öyleyse Miraç’ın esas armağanı namazdır ve bu aynı zamanda her müminin Miraç’ı olarak, onları da Miraç’a götürecek nurdan bir helezondur. Bundan dolayı, Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) bir milyon cennet bahşedilmiş olsaydı belki de başkalarının ayağının altına uzatılacak böyle nurdan bir helezonun verilmesi kadar onu sevindir- meyecekti. Evet, namaz öylesine büyük bir armağandır ki, bu armağan içinde, herkese kılacağı namazı ölçüsünde bir Miraç mukadderdir.”

 

Miraç Kandili Duası

Related Posts